The Cat Lady ? | Balkon Kahve Sigara

18

The real monsters are us. Murderers, rapists, arsonists… They’re the real beasts… So far from humanity they’re no longer capable of feeling compassion or guilt. They’re the ones we should really be afraid of. But whether they’re lurking in the woods… or fog… or the darkness of our cellars… Its all irrelevant. You can’t predict what happens. You can’t do anything to stop it. There is only one way… To turn into a beast yourself… And, like them, show no mercy…”

”Gerçek canavarlar bizleriz. Katiller, tecavüzcüler, kundakçılar… Gerçek canavarlar onlar. İnsanlıktan fazlasıyla uzak olup, artık merhamet ya da suçluluk hissetme yetisine sahip değiller. Asıl korkmamız gerekenler onlar. Ormanda da gizleniyor olsalar; ya da sisin içinde veya bodrum katımızın karanlığında… Bunların hiçbirinin önemi yok. Ne olacağını tahmin edemezsin. Engel olmak için elinden bir şey gelmez. Sadece bir yolu var… Kendini bir canavara dönüştürmek… Ve onlar gibi asla merhamet göstermemek…”

          Uzun bir aranın ardından tekrar merhabalar (Sahi çok uzun bir ara oldu. Belki beni bir zamanlar yazılmış bir albüm incelemesinden hatırlayanlar olur, kim bilir…). Nasılsınız bakalım? Bugün sizlere steam indirim sezonunda karşılaştığım, hikayesi ile beni derinden etkilemiş, bitirdiğimde arkama yaslanıp; “Vay arkadaş!” dedirtip hayatın anlamını sorgulatmış bir oyundan bahsedeceğim: The Cat Lady. Doğrusunu isterseniz bu incelemeyi yazmayı aylar öncesinden planlamıştım (Ve koca bir yıl sonra da yayımlıyorum, evet aynen ağzınıza geleni saymaktan çekinmemenizde bir sakınca yok :D), fakat biraz keyifsiz olmakla birlikte, sorumluluklarımın yükünün altında ezildiğimden fırsat bulamadım (O dönemi mumla arıyorum şimdi, zamanın kıymetini bilmeniz de tavsiyedir.). “Geç olsun güç olmasın, değil mi?” diyerekten affınıza sığınarak savunmamı da yaptığıma göre, başlayalım bakalım…

          Öncelikle pek oyun oynayan bir tip olmadığımı söylemem gerek. Düzenli olarak oynadığım tek bir oyun var (Vardı demek daha doğru olacak): Sims 3. Sims 3 demişken; sim olarak oyunun ana karakterini yapmışlar, o görseli de buraya koymadan edemeyeceğim 😀 Eminim ki Sims oynayanlar heyecanımı anlayacaktır…

     Benzetilen:

Benzeyen:

          Nasıl? Bana kalırsa oldukça başarılı. Neyse efendim, ne diyordum? Ha evet hatırladım. Dizüstü bilgisayarımın oyun oynamaya elverişli olmaması, bir başka deyişle sistem gereksinimleri ortalama olan bir oyunda bile çılgınlar gibi kasıp beni kanser etmesi sadece Sims oynamamın en büyük sebebi. Bunu neden belirttin diyecek olursanız, onun sebebi de şudur: Bilgisayar oyunlarına yabancıysanız veya bilgisayarınızın performansı benimki gibi ortalamanın altındaysa da üzülmenize hiç gerek yok, bu oyunu rahatlıkla oynayabilirsiniz!

          The Cat Lady, Remigiusz Michalski tarafından geliştirilmiş ve Aralık 2012 tarihinde Harvester Games tarafından piyasaya sürülmüş; 7 bölümden oluşan point-click tarzı (insanlar ve nesnelere tıklayarak etkileşimde bulunduğunuz) bir psikolojik korku oyunu. Oyunu açtığınızda siyah ekranda kırmızı büyük harflerle yazılmış ‘WARNING’ yazısıyla karşılaşıyorsunuz; şiddet içerikli sahnelerden tutun da; cinsel içerik, argo/küfür içeren bir dil, 18 yaş üzeri falan filan diye sizi uyarıyor. Ya kardeşim geçeceksin bunları! Korku oyunu yazdığına da aldanmayın. Öyle ödünüzü koparacak, efendime söyleyeyim geceleri uykunuzu kaçıracak falan bir korku unsuru yok oyunda. Konsepti öyle. Şiddet zaten piyasadaki çoğu oyunda rastladığımız bir meret. Ne yazık ki uygunsuz dil de aynı şeklilde. Cinsel içerik dediği de sadece birkaç saniyelik bir sahneden ibaret ve yine abartılacak bir şey değil. Zaten oyun uyarılarını kimse iplemez (birçoğumuzun kitaplarda önsöz okumadığı gibi) ama yine de içimi dökeyim dedim 😀

Oyun; ana karakterimiz Susan Ashworth’ ün (Fotoğraflarını koyduğum yeşil gözlü hatun olur kendisi ♥ Yazının ilerisinde diğer karakterlerden de kısaca bahsedeceğim.) kendisini kulağa hoş gelen bir ingiliz aksanıyla, duvardaki ‘tik tak tik tak’ şeklinde çınlayan saat sesi eşliğinde üstünkörü tanıtmasıyla başlıyor; ve ilerledikçe kadının burnunun boktan kurtulmadığına, nerede olmayacak it kopuk varsa bu kadına musallat olduğuna şahit oluyoruz. Peki kimmiş bu Susan Ashworth? Şimdi efendim anlattığına göre eski, iki yatak odalı dairesinde yalnız yaşıyor ve nadiren dışarı çıkıyor. Balkonunda oturup sert kahvesini yudumlarken sigara içmeyi seven, 40′ lı yaşlarda karanlık ve bir o kadar da hüzünlü bir geçmişe sahip bir kadın (Üzgünüm, çok fazla bir dedim :D). Buna ek olarak en sevdiğim enstrüman olan piyanoyu çalabilmesi ile de gönlümde taht kurmuştur kendisi.

Lâkin insanların kendisine eşlik etmesinden hoşlanmıyormuş. Bir nevi asosyal bir tip yani.

Kedilerine olan güveninden bahsediyor anlamaya çalışıyoruz falan derken öğreniyoruz ki kadın yutmuş 34 tane uyku hapını. Haydaaaa… Yahu tamam depresifsin onu sezdik ama dur bi’ bismillah ya intihara teşebbüs ne? Daha yeni başlattık oyunu kadın diyor her an ölebilirim. Eh, bilgi için teşekkürler. Söyleyecek son bir şeyim kaldı diye ekliyor sonra.

Aynı zamanda da intihar notu olarak bir kağıda şu sözleri karalamış olduğunu görüyoruz: ‘Thanks for nothing’ yazıyor kağıtta. ‘Goodbye…’.

Ve böylece House In The Woods (Ormandaki Ev) isimli ilk bölüme başlamış oluyoruz. ‘İyi de bu kadın intihar etti. Nasıl oluyor da olaylar bu kadının etrafında şekilleniyor?’ sorusunu duyar gibi oldum. Şöyle… İntihara kalkıştıktan sonra, bölümün isminden de anlaşılacağı üzere gözlerini kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde açıyor.

Düz bir istikamette ilerliyor; kendi ölü bedeniyle burun buruna geldiği oluyor falan derken sonunda yaşlı bir kadınla çıkıyor karşısına.

Yaşlı kadın gayet tekin görünüyor lâkin hiç de öyle değil. Kendisi adeta korkunç bir şirret, yılaaaaağn! Yani ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Tutturmuş parazitler de parazitler. Yahu ne paraziti kardeşim? Evine davet ettiğin insana, adettendir, önce bir şey ikram eder soluklanmasına müsaade edersin d’imi? Nerdeee… Yetmezmiş gibi onları sen öldüreceksin diye diretmesin mi? Hanım hanıııım, kadın canına kıymış, bir rahat bırak da huzura ersin be! Ama yok.

Tek arzusu fani dünyadan göçüp gitmek olan Zavallı Susan, kendisine denileni yapmadığı müddetçe isteğine kavuşamayacağını acı bir şekilde anlıyor. O nedir o? Kendisine ölümsüzlük bahşedilmiş. Hayatına son verme girişiminde bulunan biri için fazlasıyla manidar bir hediye ha? Yaaa işte bizim bahtsız Susan’ ın son bulması gereken hikayesine bu şekilde başlamış oluyoruz… Daha sonrasında cinayet mi ararsın, adam kaçırma mı ararsın hepsi var. Yazının başında söylediğim gibi bütün ruh hastaları bu oyunda. Dostu Mitzi de olmasa kadıncağız aklını yitirirdi herhalde. Neyse daha fazla konuşmak niyetinde değilim, ölçüyü kaçırıp bütün hikayeyi anlatma potansiyelimin farkındayım çünkü 😀 Biraz da ana karakterlerden bahsedip yazıyı yavaştan sonlandıracağım.

Susan’ dan bahsettiğim için onu geçiyorum. Mitzi ile başlayacağım. Neden? Çünkü Mitzi candır 😀

Mitzi yaş olarak Susan’ dan biraz daha genç ve beyninde glioblastoma adında bir tümör olup kendisine birkaç aylık bir ömür biçen bir hastalığa sahip. İkilinin yolları, Mitzi’ nin kısa süre önce ölmüş olan erkek arkadaşının katilini araştırması sonucunda kesişiyor. Nazik ve dışadönük biri. Ve onu ölüme götürecek hastalığa rağmen Susan’ ın aksine pozitif bakıyor hayata. Kilitleri açma konusunda da epeyce yetenekli. Fazla detaya girip heyecanı kaçırmayayım. İyi kız, güzel kız yani eminim siz de seversiniz 😀

İlk karşılaşmaları :’)

O tüm ”Sherlock Holmes” lük durumları da böyle başladı.

 

Ve son ana karakterimiz: Queen Of Maggots (Kurtçuklar Kraliçesi, a.k.a*. Yaşlı Teyze, Tanrı, Şeytan, Ölüm… Oyunda da doğru düzgün bir şekilde ismim şu demiyor zaten, siz de ne demek istiyorsanız deyin.). Bu karakter Susan’ ın ilk karşılaştığı karakter olup kendisine yaşlı bir kadın şeklinde görünmektedir. Susan’ a bulunduğu istekten bahsetmiştim. Bu konuda pek de taviz verdiği söylenemez. Ne olursa olsun inatçı ve dediğim dedik bir kişilik. “I come when there’s something to take… but I never give anything back.” demesiyle de (”Bir şeyin alınması gerektiğinde gelir ama asla geri vermem.”) egoist olduğunu düşündürmüştür. Sevimsiz şey. Kötü karakterler genellikle sevilir de, bu yaratığın sevilecek bir yanı olduğundan fazlasıyla şüpheliyim dostlar. Yine de zevk meselesi tabi…

 

 

Gelelim 5 parazite… Bunlar Susan’ ın öldürmesi gereken her biri oyunun kilit noktası olan birbirinden yıkık, leş, insanlık yoksunu karakterlerimiz oluyor…

İlki Doktor Xavier Zelmann. Kendisi Susan’ ın yatırıldığı hastanenin psikoloğu. Bir doktorun dünyaya ne gibi bir zararı olabilir diyecek olursanız, herif kelimenin tam anlamıyla hasta bir sapık. Başlarda profesyonel tavrından hiç ödün vermeyip gayet efendi bir şekilde Susan ile konuşsa da oyun ilerledikçe doktor görünümlü katilin mide bulandırıcı fantezileri ile karşılaşıyorsunuz…

Gelelim ikincisine: Pest Control Man (Adını bilmiyorum, Oyunda Böcek İlaçlayıcı olarak geçiyor.). Üçüncü parazit var ya üçüncü parazit, Gladys, hah işte o bu adamla evli. Double Trouble (Çifte Bela) yani…. Şimdi efendim karakterimizin bu iki uyuzla karşılaşması da şöyle oluyor: Susan’ ın uyuz komşusunun ihbarı üzerine Pest Control Beyefendi kadının kedilerini kaçırıyor. Ama kimse kadını da kaçır demedi yani, değil mi? Aklı pek bir şeye çalışmayan bu arkadaşın tek hobisi cinsellik olabilir. Bayağı terbiyeli biridir kendisi(!) Ağzından bir tane güzel -cümleyi bırak- sözcük çıktığını görmedim, işitmedim… Size abartmadığımın göstergesi olarak harika bir bel altı espri örneği: “Well don’t you worry my sweetest, I know a thing or two about pussycats. What do you say? Shall I take a good look at this pussy of yours?” (Şimdi her şeyi çevirdim bu ne demek peki? Açıklamaya pek hevesli değilim ya… “Pekala endişelenme tatlım, kediler hakkında bir şeyler bilirim. Ne diyorsun? Senin kedine de güzelinden bir bakış atayım mı? Tabi ki orada kedine demiyor, bilmeyenlere benden vasıfsız bir bilgi: O kelime İngilizce’ de kadın cinsel organı anlamına da gelir. İroniyi görüyor musunuz? :/ ) Az sövmedim kendisine. Karısı da ayrı bir dert. “No one will do it right, if you don’t do it yourself…” (”Bir işi senden başka kimse düzgün yapamaz.”) diye bir sözü var. Öldürmeye istekli. Yamyam gibi bir şey; insana benzetemedim ben, gırtlaktan konuşuyor kulak tırmalayıcı bir sesi var ve üstünde kanlı hemşire kıyafetiyle (Susan’ ın bir dönem hemşirelik yapmış olması da ayrı bir ironi, fark etmedim sanma sayın Harvester Games…), elinde satırla dolaşıyor. SATIR. Bir de Susan’ ı kocasından kıskanmasın mı… Bir eve bir kadın kâfidir beyler bayanlar… Bizim zavallı Susan’ ın kimlerin eline düştüğünü anlamışsınızdır.

Dördüncü villain* pardon parazitimiz Carpenter (Marangoz). Yani şimdi bana sorarsanız bu karakteri vasıfsız buldum. Oyun boyunca konuşmuyor sadece el kol hareketleri yapıyor, dilsiz olsa gerek. Kapıyı çalıyor; Susan’ a çiçek veriyor, (Ki Susan geçmişinden ötürü çiçeklerden nefret eder.) diğer elinde de arkasına sakladığı çekiçle saldırıyor. Sonuç? Mitzi ile Susan banyoda sırt sırta bağlanmış vaziyette uslu uslu oturmaktadır. Bu herhalde atraksiyon yaratmak içindi, Susan o durumda iken Mitzi’ ye geçmişini anlatıyor (Bunun için zor bir durum gerekiyordu illa demek istiyor yapımcılar bize, insan zor durumda iken karşısındaki kişiye daha rahat açılır gibisinden.) ve sonunda bu kadının neden hayata küstüğünü anlıyoruz… SO NUN DA! Sonra bir şekilde bu adamdan da kurtuluyorlar işte. Neden? Çünkü ana karakterler, onlar ölürse oyun biter 😀 Gerçi oyunun birkaç alternatif sonu var ve Mitzi’ nin kaderi değişebiliyor ya neyse 😉

Veee son ve azılı düşmanımızın, her şeyin kilit noktası: Adam. “Meet me at midnight. Both of you. I will wait. Flat 5. Door will be open. Do not fear.” (”Benimle gece yarısında buluşun. İkiniz birden. Bekleyeceğim. Beşinci daire. Kapı açık olacak. Korkmayın.” Azıcık gerilim katayım dedim 😀 ) Bu adam insanları intihara sürükleyen bir -çok afedersiniz- şerefsiz. Mitzi’ nin sevgilisinin katili kim dersiniz? Ya kızın en başından beri peşinde olduğu adam? O adam bu ”Adam” (acık kötü espri de yapayım yahu 😀 )… Bu adam fazla detay vermeyeceğim ve fotoğrafını koymayacağım (Merak edin ehehehe 😛 Hem yeterince spoiler verdim zaten.). Çok ilginç bir kişiliktir kendisi. Oyunun bu kısmında o bahsettiğim birkaç alternatif son devreye giriyor ve oyunun sonunu belirleyecek seçimler yapıyorsunuz. MUTLU SON! YA DA ÖYLE Mİ?

Eveeeet, uzun uğraşlar sonucu yazının sonuna gelmiş bulunmaktayım. Ha bu arada, attığım resimlerde de görmüşsünüzdür; oyundan öyle çok iyi grafikler beklemeyin (ki alışılmadık bulduğumdan grafiklerini sevdim), atmosferi zaman zaman iç karartıcı olabilse de karanlık temayı seven ben ve benim gibiler için güzel, müziklerini ise ayriyetten sevdim. Çerez gibi gidecek bir oyun bulmacaları da aşırı zor değil. Değişik bir deneyim. Özellikle boş vaktimi nasıl değerlendirsem diye düşünüyorsanız oynamanızı öneririm. Zamanınızı ayırdığınız için teşekkürler, görüşmek üzere.

*also known as tamlamasının kısaltması, nâm-ı diğer anlamına gelir.

*villain kelimesi çizgi romanlardaki süperkötülere verilen addır.

18 yorum “The Cat Lady ? | Balkon Kahve Sigara

  1. Farklı grafik yapısına sahip olan, belirttiğin üzere hikayesi ilginçlikler taşıyan bu oyun; fırsatım olunca oynayacaklarım arasında. Eline emeğine sağlık. Geri dönmene sevindim.

    1. Yazıda da belirttiğim gibi grafikleri çok da iyi denemez o bakımdan görselliği ön plana çıkarmak aklıma gelmemişti. Ama madem söylediniz; birkaç resim koyayım tabi, sizi mi kıracağım 😀

    1. Canınız sağolsun :’) Herkesin zevkine hitap ettiğini düşünmüyorum zaten. Ve evet, bir ara ben de öyle sanmıştım 😛

  2. Bu oyun arkadaşınızla bilgisayar başına oturup oynanır mı? BCT ile oynanır mı? Zulserk alınma 🙂 Seninlede oynarım. BCT yi merak ettim. 🙂

    1. Teknik olarak tek kişilik olduğu için kendiniz dışında kimseyle oynayamazsınız Kadir Yılmaz bey. Ve alındım tabi. Tamam sitenin yetkili abisi odur ama yani böyle de olmaz ki 😀

      1. Tamam kızmayın hemen aşk olsun. İlk geldiğimde yazı bu kadar uzun değildi. Ben mi yanlış hatırlıyorum. Daha güzel olmuş. Emeğine sağlık Zulserk. Gel barışalım. BCT sende kızma hemen ama. 🙂

        1. Evet değildi, yukarıdaki bir arkadaşın resim şikayeti üzerine yazıyı görsele boğdum ve hikayede önemli rolü olan karakterleri de tanıttım. Teşekkürler.

          1. Tam okuyacaktım incelemeni önce yorum okuyup sonra bakayım dedim çünkü baya uzun bir yazı olmuş cidden eline sağlık hakikaten de boğmuşsun görsele ?

  3. Vuhhhuuu Zulserk hanımefendiden ilgi çekici bir oyun incelemesi gelmiş. Aslında incelemeyi okuyalı bayağı oldu da yorum yapmayı unutmuşum 😀 Kendimden 2 yaş büyük bir abiye sahip olduğum için benim de çocukluğum birçok bilgisayar oyunu ile geçti ama bu tarz bir oyunu daha önce hiç oynamadım. İncelemesini yaptığın bu oyunu oynar mıyım bilemiyorum fakat ilgilenenler için gerçekten açıklayıcı ve güzel bir inceleme olmuş. Ellerine sağlık, öpüyorum :*

    1. Bence oynamalısın. Bu oyun insana birçok şey hissettirir de pişmanlık hissi vereceğini hiç sanmıyorum 🙂

  4. Ben bu oyunu oynayasım geldi. Güzel ve çok uzun bir inceleme olmuş. Başka oyun incelemeleri gelir mi ki?

Bir yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir